Eskişehir Mihalicçik Yunus Emre
  Yunus Emre Türbesi Neden Eskişhirde
 

Sarıköylü Yunus

 

"Yunus, şüphesiz Sakarya kıyılarında doğdu."

Ahmet Hamdi TANPINAR

 

 

Yunus Emre, kendisinin düzenlediği Risalet-el Nushiyye isimli eserinin sonlarına doğru "tarih yidi yüz yidi idi…" diyerek eserinin tamamlanış tarihini belirtir. Bu durum Adnan Erzi’nin İstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesindeki bulduğu eski bir mecmuadaki "Vefat-ı Yunus Emre, Sene 720, Müddet-i ömr 82," şeklindeki kayıtla da desteklenince bu konuda müşterek bir kanaat oluşmuştur. Buna göre Yunus Emre’nin vefat tarihi h.720’dir. Bu da Miladi 1320-1321’e tekabül ettiğine göre doğum tarihi de 1240-1241 olmalıdır.

 

Yine Yunus’un şiirlerinde Mevlâna, Geyikli Baba, Ahmet Fakih gibi çağdaşı sufilerden bahsetmiş olması da Yunus’la ilgili bu tarihlerin doğru olduğuna bir delil olarak gösterilebilir. Çünkü bu isimlerin yaşadıkları yüzyıla ait kesin bilgiler vardır. Mesela Mevlâna 1207 yılında doğmuş ve 1273’te vefat etmiştir. Yunus, bu durumda Mevlâna öldüğünde 33-34 yaşında olmaktadır ki bu durum ikisinin çağdaş olduklarını gösterir. Yine menkıbelere göre görüştükleri söylenen Hacı Bektaş-ı Veli 1270 yılında vefat etmiştir. Yunus, bu tarihte ise 30 yaşındadır.

 

Yunus’un doğum ve ölüm tarihi meselesi tartışmalara fazla konu olmaz; ama nerede doğduğu meselesi çok tartışılan bir konudur. Menkıbe, Yunus’u bir kıtlık yılında Sarıköy’den kaldırıp Sulucakarahöyük’teki Hacı Bektaş Dergâhı’na götürür. Buna göre Yunus, bir Sakarya çocuğudur, Sarıköylü’dür ve burada doğmuştur.

 

Menkıbedeki bu bilgi sonradan tarihî kayıtlarla da doğrulanmıştır. Mesela Lamiî Çelebi, Nefahat tercümesinde Yunus Emre’nin doğduğu yerin "Kütahya suyunun Sakarya suyuna karıştığı yerin yakınlarında bir yer olduğunu" söyleyerek Sarıköy’ü işaret eder.

 

Sivrihisarlı Baba Yusuf’un Kitab-ı Mahbub-i Mahbub’unda da;

 

 

 

Azizlermiş hususa Yunus Emre

İdermiş zühd ü uzlet uyup emre

Bu yirdedir bu zümrenin mezarı

Müşerref eylemişdir diyarı

 

diyerek Yunus’un Sivrihisarlı oluşunu belirtir.

 

Yine Şakayık-ı Numaniye’de "Sakarya adı verilen nehre yakın bir karyede doğmuştu" denmektedir.

 

Bütün bunları değerlendiren Fuat Köprülü de "Yunus Emre XIII. asrın son yarısında Sivrihisar civarında, yahut Bolu mülhekatından Sakarya suyu civarındaki karyelerden birinde yetişmiş bir Türkmen köylüsüydü." Şeklindeki Lamii Çelebi’nin verdiği bilgiye itibar ederek Yunus’un doğum yerini Sarıköy olarak belirtir.

 

Sonraki araştırmacılar da Köprülü’nün bu tespitini genellikle benimseyerek Yunus’u Sarıköylü kabul ederler. Mesela Köprülü’den sonra Yunus Emre hakkında çok önemli çalışmalar yapan Abdülbaki Gölpınarlı da bu bilgiyi teyit eder. O da " Yunus ve şeyhi Tabduk Emre, Sakarya havzasında yaşamışlardır. Bu bakımdan onun Sarıköylü olduğunu kabul etmemiz gerekir." görüşündedir.

 

Fakat mesele burada bitmez. Yunus, daha sonra başta Karaman olmak üzere Aksaray, Kırşehir, Afyon, Manisa, Erzurum gibi pek çok şehirde yaşamış ve mezarı yahut makamı olan bir insan durumuna getirilir. Yöresel gayretkeşliklerle ilgili olan bu tavır, bölgede içinde Yunus kelimesi geçen kimi belgelerle de desteklenmeye çalışılır.

 

Bu durumu bir ölçüde anlayışla karşılamakla birlikte bunun gereksiz bir çaba olduğunu da söylemek gerekiyor. Zira bizim için Yunus’un nereli olduğu değil ne söylediği önem taşımalıdır. İhtiyacımız olan bilgi budur. Yunus, bunu önemli görseydi hayatını meçhuller perdesi altına gizlemez, şiirlerini topladığı mecmualara biyografik bilgiler de koyardı. Ama o öyle yapmadı. Fani varlığından soyunup manasıyla bilinir olmayı istedi. Çünkü, o asla bir bölgeye hapsedilecek insanlardan değildi. Evrensel bir sesi vardı. Bu ses, bir bölgenin değil bütün insanlığın ihtiyaç duyduğu bir sesti. Yine de bu meselenin önemli olduğu söyleniyorsa o zaman tarihin tanıklığına güvenmek gerekir.

 

Meseleye bu açıdan bakıldığında ise şunları söyleyebiliriz. Önce Yunus’u Karamanlı olarak düşünenlerin görüşlerine bakalım. Bu yaklaşımın ilk önemli ismi İbrahim Hakkı Konyalı’dır. Bu konudaki bir yazısında: "Yunus Emre, boyu sopu belli olan bir insandır. Horasan’dan göçmüş ve Karaman’a yerleşmiş hatta kendi adına bir köy kurmuş olan Hacı İsmail ailesine mensuptur. Babası ve oğlu da büyük dedesi olan bu zatın adını taşımaktadırlar. Burada Yunus Emre Kirişçi Baba namıyla bilinmektedir. Debbağlar çarşısında bir dükkanı, değirmenleri, geniş arazileri, hayvan sürüleri mevcuttur. Kendi adına bir cami ve zaviye yaptırmıştır. Dini tebliği ve irşadı seven bir hayır sahibidir. Dolayısıyla menkıbenin anlattığı gibi yoksul biri değildir."

 

demekte ve bu görüş sayıları az olmakla birlikte başka ilim adamları da tarafından da paylaşılmaktadır. Mesela Cahit Öztelli de Yunus’un Karamanlı zengin bir şeyh olduğunu ileri sürmektedir.

 

Konyalı ve Öztelli bütün bu tezlerini vakıf kayıtlarına dayandırmaktadırlar. Bu tür kayıtların olduğu elbette bir gerçektir. Ama burada sözü edilen Yunus, Bizim Yunus mu? Mesele buradadır. Çünkü her iki bilim adamının çizdiği portre zengin, hayırsever bir şeyh portresidir. Böyle birinin asırlar boyunca Halk arasında sevilip benimsenen yoksul, garip, miskin bir derviş Yunus portresiyle uyuşmayacağı ortadadır. Hüseyin Hatemi de bu duruma dikkat çekerek sözü edilen kişinin Yunus Emre değil İsmail Emre yahut Said Emre isimli zatlar olabileceğini belirtir: "Sarıköy’deki Yunus ile Karaman’daki Yunus’u birleştirme gayretleri doğru değildir."

 

Sûfilik geleneğini bilenler, dükkanları, değirmenleri, geniş arazileri, hayvan sürüleri olan, kendi adına camii ve zaviyesi olan böyle bir Yunus’la "bizim Yunus" dediğimiz dünya metaına gözünün ucuyla bile bakmayan, ömrü gayesi uğrunda tebliğ gezileriyle geçen yoksul Derviş Yunus arasında nasıl bir benzerlik kurabilirler ki… Hele ki bu Yunus, Karamanoğulları’nın siyasal hayatına ve kavgalarına karışan, Alaeddin Bey’in tahttan indirilmesinde parmağı olan bir Yunus ise… Böyle bir yorum, Yunus’u hiç anlamamak ve tanımamak olur.

 

Bu Yunus, olsa olsa dindar, hayır sahibi ama aynı zamanda sahibi olduğu malı mülkü korumak adına sarayla işbirliği yapan bir bey olabilir. Hele "Bizim Yunus"un milli birlik noktasındaki tavrı dikkate alındığında siyasi meselelere karışması hiçbir zaman onun bu tavrıyla bağdaşacak bir durum değildir. "Yunus Emre, Anadolu’yu kavga değil sevgi yurdu yapmak istemiştir."

 

Aslında bu tezleri sürenler de son noktada yine de bir Sarıköy gerçeğini benimsemek durumunda kalmaktadırlar. Onlara göre Yunus’un mezarının Sarıköy’de olması onun buraya gömülmek istemesiyle ilgili gösterilir. Buna göre hükümet devirme olayından sonra Yunus’un naaşı Karamandaki zaviyesine gömülmüş, daha sonra siyasi hava yatışınca oğulları tarafından kemikleri alınarak Sarıköy’e götürülmüştür. Bu durumu muhtemelen Yunus’un bir vasiyeti olarak söylenmesi ve Karaman’daki mezarının bu olaya bağlanması karşısında insan söyleyecek söz bulmakta zorlanıyor. Zira, Karaman’da doğup büyüyen ve burada vefat eden biri niye Sarıköy’e gömülmek istesin ki…

 

Diğer yerlere ait iddiaların ise ciddi hiçbir belgeye dayanmadığını biliyoruz. Dolayısıyla bu tartışmaların artık sona ermesi gerektiğini belirterek tarihin tanıklığında Yunus’un "Sarıköylü" olduğunu bir kez daha belirtmek istiyoruz. Bu konuda belge ve bilgi arayanlar Hâlim Baki Kunter’in Eskişehir valiliğince yayımlanmış olan "Yunus Emre Belgeler-Bilgiler" kitabına bakabilirler.

 

Tarihin tanıklığına, araştırmacıların çalışmalarına itimat eden kimi edebiyatçıların da bu konudaki yaklaşımlarını burada anmak gerekiyor. Necip Fazıl ünlü Sakarya şiirinde "Hani Yunus Emre ki kıyında geziyordu…" dizesiyle Yunus’u Sakarya kıyılarından bir yerden söylerken Sezai Karakoç da;

 

Şol cennetin ırmakları

Akar Allah deyu deyu

 

beytinden hareketle "İşte bu beyit Yunus’un Sakarya kıyılarından olduğunu, en otantik bir tarihi belge kadar Sakarya kıyılarından olduğunu gösterir." demektedir. Çünkü esere de bakmak ve orda söylenenlere güvenmek gerekir. Yunus’un şiirlerinde geçen ırmak, dağ motifleri de Yunus’un Sarıköylü oluşuna işaret eden ayrıntılardır.

 

 

Misyonu itibariyle baktığımızda da bu durum değişmez. Yunus Emre, Anadolu’nun birliği için gayret eden bir sufidir. Onun bu gayesini siyasal manada gerçekleştiren Osmanlı Beyliği de Sarıköy’e komşu sayılabilecek bir uzaklıktadır.


Yunus Emre Neden Eskişehir mihaliççik Yunus Emre Beldesindedir

Sarıköylü Yunus

"Yunus, şüphesiz Sakarya kıyılarında doğdu."

Ahmet Hamdi TANPINAR

 Yunus Emre, kendisinin düzenlediği Risalet-el Nushiyye isimli eserinin sonlarına doğru "tarih yidi yüz yidi idi…" diyerek eserinin tamamlanış tarihini belirtir. Bu durum Adnan Erzi’nin İstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesindeki bulduğu eski bir mecmuadaki "Vefat-ı Yunus Emre, Sene 720, Müddet-i ömr 82," şeklindeki kayıtla da desteklenince bu konuda müşterek bir kanaat oluşmuştur. Buna göre Yunus Emre’nin vefat tarihi h.720’dir. Bu da Miladi 1320-1321’e tekabül ettiğine göre doğum tarihi de 1240-1241 olmalıdır.

 Yine Yunus’un şiirlerinde Mevlâna, Geyikli Baba, Ahmet Fakih gibi çağdaşı sufilerden bahsetmiş olması da Yunus’la ilgili bu tarihlerin doğru olduğuna bir delil olarak gösterilebilir. Çünkü bu isimlerin yaşadıkları yüzyıla ait kesin bilgiler vardır. Mesela Mevlâna 1207 yılında doğmuş ve 1273’te vefat etmiştir. Yunus, bu durumda Mevlâna öldüğünde 33-34 yaşında olmaktadır ki bu durum ikisinin çağdaş olduklarını gösterir. Yine menkıbelere göre görüştükleri söylenen Hacı Bektaş-ı Veli 1270 yılında vefat etmiştir. Yunus, bu tarihte ise 30 yaşındadır.

 Yunus’un doğum ve ölüm tarihi meselesi tartışmalara fazla konu olmaz; ama nerede doğduğu meselesi çok tartışılan bir konudur. Menkıbe, Yunus’u bir kıtlık yılında Sarıköy’den kaldırıp Sulucakarahöyük’teki Hacı Bektaş Dergâhı’na götürür. Buna göre Yunus, bir Sakarya çocuğudur, Sarıköylü’dür ve burada doğmuştur.

 Menkıbedeki bu bilgi sonradan tarihî kayıtlarla da doğrulanmıştır. Mesela Lamiî Çelebi, Nefahat tercümesinde Yunus Emre’nin doğduğu yerin "Kütahya suyunun Sakarya suyuna karıştığı yerin yakınlarında bir yer olduğunu" söyleyerek Sarıköy’ü işaret eder.

 Sivrihisarlı Baba Yusuf’un Kitab-ı Mahbub-i Mahbub’unda da;

 Azizlermiş hususa Yunus Emre
İdermiş zühd ü uzlet uyup emre
Bu yirdedir bu zümrenin mezarı

Müşerref eylemişdir diyarı

 diyerek Yunus’un Sivrihisarlı oluşunu belirtir.

 Yine Şakayık-ı Numaniye’de "Sakarya adı verilen nehre yakın bir karyede doğmuştu" denmektedir.

 Bütün bunları değerlendiren Fuat Köprülü de "Yunus Emre XIII. asrın son yarısında Sivrihisar civarında, yahut Bolu mülhekatından Sakarya suyu civarındaki karyelerden birinde yetişmiş bir Türkmen köylüsüydü." Şeklindeki Lamii Çelebi’nin verdiği bilgiye itibar ederek Yunus’un doğum yerini Sarıköy olarak belirtir.

 Sonraki araştırmacılar da Köprülü’nün bu tespitini genellikle benimseyerek Yunus’u Sarıköylü kabul ederler. Mesela Köprülü’den sonra Yunus Emre hakkında çok önemli çalışmalar yapan Abdülbaki Gölpınarlı da bu bilgiyi teyit eder. O da " Yunus ve şeyhi Tabduk Emre, Sakarya havzasında yaşamışlardır. Bu bakımdan onun Sarıköylü olduğunu kabul etmemiz gerekir." görüşündedir.

 Fakat mesele burada bitmez. Yunus, daha sonra başta Karaman olmak üzere Aksaray, Kırşehir, Afyon, Manisa, Erzurum gibi pek çok şehirde yaşamış ve mezarı yahut makamı olan bir insan durumuna getirilir. Yöresel gayretkeşliklerle ilgili olan bu tavır, bölgede içinde Yunus kelimesi geçen kimi belgelerle de desteklenmeye çalışılır.

 Bu durumu bir ölçüde anlayışla karşılamakla birlikte bunun gereksiz bir çaba olduğunu da söylemek gerekiyor. Zira bizim için Yunus’un nereli olduğu değil ne söylediği önem taşımalıdır. İhtiyacımız olan bilgi budur. Yunus, bunu önemli görseydi hayatını meçhuller perdesi altına gizlemez, şiirlerini topladığı mecmualara biyografik bilgiler de koyardı. Ama o öyle yapmadı. Fani varlığından soyunup manasıyla bilinir olmayı istedi. Çünkü, o asla bir bölgeye hapsedilecek insanlardan değildi. Evrensel bir sesi vardı. Bu ses, bir bölgenin değil bütün insanlığın ihtiyaç duyduğu bir sesti. Yine de bu meselenin önemli olduğu söyleniyorsa o zaman tarihin tanıklığına güvenmek gerekir.

 Meseleye bu açıdan bakıldığında ise şunları söyleyebiliriz. Önce Yunus’u Karamanlı olarak düşünenlerin görüşlerine bakalım. Bu yaklaşımın ilk önemli ismi İbrahim Hakkı Konyalı’dır. Bu konudaki bir yazısında: "Yunus Emre, boyu sopu belli olan bir insandır. Horasan’dan göçmüş ve Karaman’a yerleşmiş hatta kendi adına bir köy kurmuş olan Hacı İsmail ailesine mensuptur. Babası ve oğlu da büyük dedesi olan bu zatın adını taşımaktadırlar. Burada Yunus Emre Kirişçi Baba namıyla bilinmektedir. Debbağlar çarşısında bir dükkanı, değirmenleri, geniş arazileri, hayvan sürüleri mevcuttur. Kendi adına bir cami ve zaviye yaptırmıştır. Dini tebliği ve irşadı seven bir hayır sahibidir. Dolayısıyla menkıbenin anlattığı gibi yoksul biri değildir."

 demekte ve bu görüş sayıları az olmakla birlikte başka ilim adamları da tarafından da paylaşılmaktadır. Mesela Cahit Öztelli de Yunus’un Karamanlı zengin bir şeyh olduğunu ileri sürmektedir.

 Konyalı ve Öztelli bütün bu tezlerini vakıf kayıtlarına dayandırmaktadırlar. Bu tür kayıtların olduğu elbette bir gerçektir. Ama burada sözü edilen Yunus, Bizim Yunus mu? Mesele buradadır. Çünkü her iki bilim adamının çizdiği portre zengin, hayırsever bir şeyh portresidir. Böyle birinin asırlar boyunca Halk arasında sevilip benimsenen yoksul, garip, miskin bir derviş Yunus portresiyle uyuşmayacağı ortadadır. Hüseyin Hatemi de bu duruma dikkat çekerek sözü edilen kişinin Yunus Emre değil İsmail Emre yahut Said Emre isimli zatlar olabileceğini belirtir: "Sarıköy’deki Yunus ile Karaman’daki Yunus’u birleştirme gayretleri doğru değildir."

 Sûfilik geleneğini bilenler, dükkanları, değirmenleri, geniş arazileri, hayvan sürüleri olan, kendi adına camii ve zaviyesi olan böyle bir Yunus’la "bizim Yunus" dediğimiz dünya metaına gözünün ucuyla bile bakmayan, ömrü gayesi uğrunda tebliğ gezileriyle geçen yoksul Derviş Yunus arasında nasıl bir benzerlik kurabilirler ki… Hele ki bu Yunus, Karamanoğulları’nın siyasal hayatına ve kavgalarına karışan, Alaeddin Bey’in tahttan indirilmesinde parmağı olan bir Yunus ise… Böyle bir yorum, Yunus’u hiç anlamamak ve tanımamak olur.

 Bu Yunus, olsa olsa dindar, hayır sahibi ama aynı zamanda sahibi olduğu malı mülkü korumak adına sarayla işbirliği yapan bir bey olabilir. Hele "Bizim Yunus"un milli birlik noktasındaki tavrı dikkate alındığında siyasi meselelere karışması hiçbir zaman onun bu tavrıyla bağdaşacak bir durum değildir. "Yunus Emre, Anadolu’yu kavga değil sevgi yurdu yapmak istemiştir."

 Aslında bu tezleri sürenler de son noktada yine de bir Sarıköy gerçeğini benimsemek durumunda kalmaktadırlar. Onlara göre Yunus’un mezarının Sarıköy’de olması onun buraya gömülmek istemesiyle ilgili gösterilir. Buna göre hükümet devirme olayından sonra Yunus’un naaşı Karamandaki zaviyesine gömülmüş, daha sonra siyasi hava yatışınca oğulları tarafından kemikleri alınarak Sarıköy’e götürülmüştür. Bu durumu muhtemelen Yunus’un bir vasiyeti olarak söylenmesi ve Karaman’daki mezarının bu olaya bağlanması karşısında insan söyleyecek söz bulmakta zorlanıyor. Zira, Karaman’da doğup büyüyen ve burada vefat eden biri niye Sarıköy’e gömülmek istesin ki…

 Diğer yerlere ait iddiaların ise ciddi hiçbir belgeye dayanmadığını biliyoruz. Dolayısıyla bu tartışmaların artık sona ermesi gerektiğini belirterek tarihin tanıklığında Yunus’un "Sarıköylü" olduğunu bir kez daha belirtmek istiyoruz. Bu konuda belge ve bilgi arayanlar Hâlim Baki Kunter’in Eskişehir valiliğince yayımlanmış olan "Yunus Emre Belgeler-Bilgiler" kitabına bakabilirler.

Tarihin tanıklığına, araştırmacıların çalışmalarına itimat eden kimi edebiyatçıların da bu konudaki yaklaşımlarını burada anmak gerekiyor. Necip Fazıl ünlü Sakarya şiirinde "Hani Yunus Emre ki kıyında geziyordu…" dizesiyle Yunus’u Sakarya kıyılarından bir yerden söylerken

Sezai Karakoç da;

 Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyu deyu

 beytinden hareketle "İşte bu beyit Yunus’un Sakarya kıyılarından olduğunu, en otantik bir tarihi belge kadar Sakarya kıyılarından olduğunu gösterir." demektedir. Çünkü esere de bakmak ve orda söylenenlere güvenmek gerekir. Yunus’un şiirlerinde geçen ırmak, dağ motifleri de Yunus’un Sarıköylü oluşuna işaret eden ayrıntılardır.

 

 Misyonu itibariyle baktığımızda da bu durum değişmez. Yunus Emre, Anadolu’nun birliği için gayret eden bir sufidir. Onun bu gayesini siyasal manada gerçekleştiren Osmanlı Beyliği de Sarıköy’e komşu sayılabilecek bir uzaklıktadır.

Ve unutmayınızki Yunus Emre Türbesi Başka yerde yoktur
Eskişehir Mihaliççik Yunus Emre Beldesindedir yani Sakırköy

Ahmet Hamdi TANPINAR
Tşk ediyoruz
Yakında daha cok bilgi ile geliyoruz
yunusemreli


YUNUS EMRE

"Şeyh-i meşayih-ül âzam Yunus Emre kim makam-ı mübarekleri Sarıköy'dedir."

MENAKIB-I EVLİYA

"Yunus, dağda karşılaştığı dervişlerden Hak katındaki derecesini öğrenince, geri dönüşünde Tabduk Emre onu affetmiş fakat yanında kalmasına izin vermemiştir. Şöyle demiştir ona: "Mertebeni öğrendin. Artık burada duramazsın. Çünkü bir postta iki aslan oturmaz. Buradan gidecek ve Halkı irşad edeceksin, buyurur. Ardından da: "Asamı attığım yere gider, orada ruhunu teslim edersin". Ardından asasını atmış Tabduk Emre. Yunus ise bu asâyı tam beş yıl aramış, sonunda Sanköy'de bulmuş, orada ölmüş."

Yunus Emre, menkıbede kendisine söylenen bu buyruk üzerine insanları aydınlatmak üzere yollara düşer. Yıllarca gezer. Her köşeye ulaşır. Ulaşamadıklarına ulaştıkları ulaşır. Her gönül onun mısralarında terennüm edilen hakikatin ışığıyla aydınlanmaya başlar. Ayrılık, nifak yaraları kapanmaya yüz tutar. Kargaşanın yerini sükûnet alır. Osmanlı Beyliği çoktan geniş otağının altında Anadolu'daki birliği kurmaya başlamıştır.

Yunus'un da sükût demidir artık. Bu dünyadan ayrılma vakti gelecektir. Zaten başından beri de hasreti ötelere değil midir? Menkıbede sözü edilen asânın aranması böyle başlar. Asâ ise Sarıköy'e düşeli çok olmuştur ve bulunmayı beklemektedir. Artık, Yunus kendi özü etrafındaki yörüngeyi tamamlayarak dünya hayatının başladığı yere bu hayatın sonlanması için geri dönecektir. "Başlanılan yere geri dönme…" Tasavvufun bir tarifi de böyle değil midir zaten...

Yunus Emre, böylece köyüne döner. Asâsını bulduğu yerde de ruhunu teslim eder. Dolayısıyla onun doğumu nasıl Sarıköy'de olmuşsa bu dünyadan göçü de burada olmuştur. Asıl mezarı sevenlerinin gönüllerindedir; ama ila ki maddi bir mezar arıyorsak hemen söyleyelim ki bu mezar Sarıköy'dedir.

Buna belgeler de tanıklık ederler. Nefahat'ül Üns Tercümesi, Şakaik-i Numaniye Tercümesi, Sivrihisarlı Şeyh Baba Yusuf'un Mevhub-ı Mahbub kitabı, Menakıb-ı Evliya, Kayd-ı Hakani, gibi tarihî kaynaklar Yunus'un mezarının bulunduğu yer olarak Sarıköy'ü gösterirler.

Bu kaynaklara dayanarak görüş bildiren araştırmacılar da bu bilgilere itibar ederek onun mezarının Sarıköy'de olduğunu söylerler. Bu isimlerden M. Fuat Köprülü, Abdülbaki Gölpınarlı, F. Kadri Timurtaş da Yunus Emre'ye isnad edilen medfen ve makamların başlıcaları olarak "Bursa, Kula, Erzurum, Keçiborlu, ve Sarıköy" üzerinde durduktan sonra asıl güçlü ihtimalin "Sarıköy" olduğunu belirtirler. Zaten Tabduk Emre'nin kabrinin de buraya yakın bir yerde olması da bu meselede dikkate alınması gereken başka bir yöndür.

Sarıköy'de anlatılan bilgilere göre Yunus Emre'nin bugün de hâlen muhafaza edilen ilk mezarı, o çağın âdetleri üzerine hemen yanında üstü açık bir cami şeklinde namaz kılınan yere sahip olan bir yerdir. Burada imamın duracağı mihrap ile cemaat yeri yanında aş ocağı yeri mevcuttur. Yani bu yapı pek çok ermiş mezarında olduğu gibi bir külliye şeklindedir. Bu yapı Yunan işgali sırasında yakılıp yıkılmış, bu zaviyede bulunan Yunus'a ait eşyalar talan edilmiştir.

Sarıköy'deki Yunus Emre'ye ait şu anda üç kabir bulunmaktadır. Yunus Emre'nin ilk kabri, tren yolu hattında kalınca 1948 yılında açılmış ve Kültür Bakanlığı eliyle ikinci merkadine kaldırılmıştır. Daha sonraki yıllarda geniş bir külliye düzenlemesi yapıldığında ise mezarı ikinci defa taşınarak hâlen mevcut olduğu yere nakledilmiştir.


 
  5 ziyaretçi  
 
google-site-verification=vFSCwSboDnv7_AZ16O_q0IlD0hq7Ci_c0mepfBY2yRU Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol